Erol Çankaya tarafından yazılan ve İmge Kitapevi tarafından
2015 yılında basılan Siyasal İletişim kitabının II bölümü, “Dünyada Siyasal
İletişim Uygulamaları” başlığı altında ABD, İngiltere ve Fransa örneklerini sunmuştur.
Teknolojinin gelişmesi ve yeni kitle iletişim araçlarının hayatımıza girmesiyle siyasal iletişim uygulamalarında çağa ayak uydurarak değişim göstermiştir. 1952 yılında Rosser Reeves televizyonun siyasal yaşamda oynayabileceği rolün bilincine varan ilk insandır. Televizyon ile birlikte siyasal reklamın insanların yaşamlarına bu kadar müdahil olması beraberinde ahlaki sorunları da getirmiştir. Kitle iletişim araçlarıyla yazılarak halka sunulan yalan yanlış bilgiler bir süre sonra kitlelerin bu kaynaklara güven ve inancını sarsmaya başlamıştır. Mill, bu yöntemin yerine “kişisel ikna” olarak adlandırdığı yeni bir yöntem getirerek bireyleri toplumsal ortamdaki yaşam öğelerini kullanarak etkilemeyi amaçlamıştır. Keane’nin bu konu hakkındaki görüşleri önemlidir: “siyasette yalan söylemek demokrasinin (ve diğer) rejimlerin özelliklerinden biridir. Siyasetçiler arasında çok yaygınlaşan bir görüşe göre, siyasetin yarısı imaj oluşturma öteki yarısı ise olgular ne olursa olsun olguları o imaja inandırma sanatıdır.”
Teknolojinin gelişmesi ve yeni kitle iletişim araçlarının hayatımıza girmesiyle siyasal iletişim uygulamalarında çağa ayak uydurarak değişim göstermiştir. 1952 yılında Rosser Reeves televizyonun siyasal yaşamda oynayabileceği rolün bilincine varan ilk insandır. Televizyon ile birlikte siyasal reklamın insanların yaşamlarına bu kadar müdahil olması beraberinde ahlaki sorunları da getirmiştir. Kitle iletişim araçlarıyla yazılarak halka sunulan yalan yanlış bilgiler bir süre sonra kitlelerin bu kaynaklara güven ve inancını sarsmaya başlamıştır. Mill, bu yöntemin yerine “kişisel ikna” olarak adlandırdığı yeni bir yöntem getirerek bireyleri toplumsal ortamdaki yaşam öğelerini kullanarak etkilemeyi amaçlamıştır. Keane’nin bu konu hakkındaki görüşleri önemlidir: “siyasette yalan söylemek demokrasinin (ve diğer) rejimlerin özelliklerinden biridir. Siyasetçiler arasında çok yaygınlaşan bir görüşe göre, siyasetin yarısı imaj oluşturma öteki yarısı ise olgular ne olursa olsun olguları o imaja inandırma sanatıdır.”
ABD’de televizyonun Nisan 1939 tarihinde toplum yaşamına
girdiği kabul edilir. Fakat teknik altyapısı yetersizdir ve ülke ekonomisi
herkesin evlerinde televizyona sahip olmasına izin vermemektedir. 2. Dünya savaşanında
etkisiyle televizyon yayıncılığı konusundaki tüm teknik araştırma ve yatırımlar
durmuştur. Televizyon yerine eskiden kullanılan kitle iletişim araçları,
gazete, dergi ve radyo kamuoyunu bilgilendirmek ve eğlendirmek için
kullanılmıştır. Televizyon 2. Dünya savaşının sonuna kadar New York ile sınırlı
kalacaktır. Savaşında bitmesiyle 1948 yılında TV yayıncılığı bir dönüm noktası
yaşamıştır. Fakat hala televizyon çok yaygın değildir. Sadece iş yerlerinde bulunur.
1948 yılında demokrat parti kongresinde konuşulan Truma’nın görüntüleri TV
aracılığı ile halka ulaştırılır. İlk siyasal televizyon reklamının yayınlandığı
tarih ise 1950 yılıdır. Alışveriş merkezlerine konulan küçük televizyon
ekranları ile halka sürekli televizyon spotları izletilir. Televizyon
spotlarının gücü fark edilince bu yöntem ticari reklamlarda da kullanılmaya
başlanmıştır. 1952 yılı seçimlerinde cumhuriyetçi aday Eisenhower “I like IKE”
ve The man from Abilene” reklam videoları ile gündeme gelir. Bu siyasi reklam
ile seçmeni yanıltmanın da ilk örneğini içerir. Reeves tarafından yazılan soru
ve cevaplar sanki tesadüfen bir vatandaş soruyormuşçasına Eisenhower’a iletilir
ve O da bu soruya kendi cevap veriyormuşçasına kağıttan okuyarak cevap verir.
Cumhuriyetçilerin televizyonu bu kadar etkin kullanmalarına karşın Demokratlar
televizyon reklamlarını gereksiz ve pahalı bulurlar. Demokratların adayı
Stevenson “seçimleri kaybetmek, insanları yanlış yönlendirmekten evladır.” diyerek
düşüncesini ortaya koyar. Fakat her ne kadar reklamları küçümseseler de “I like
IKE” reklamına “I love the the GOV” ve “Endorsement: Woman” reklamlarıyla
karşılık verirler. Fakat bu yeterli olmaz, seçimleri Cumhuriyetçiler kazanır.
1956 seçimlerinde Stevenson bu yeni aracın gücünü kabul eder ve şu şekilde
itiraf eder: “Çalışma odamda tam şurada oturduğum yerden, televizyon sayesinde
başka hiçbir şekilde ulaşamayacağım milyonlarca insana konuşabiliyorum.
Teşekkürler, televizyon!”
Televizyonun siyasal hayata girmesiyle siyasilerin ne
söyledikleri kadar nasıl göründükleri de önemli olmaya başlamıştır. Televizyon
sayesinde dünyada görsellik çağı başlamıştır. Buna bağlı olarakta görüntü
değeri olmayan ya da görüntülemeyen proje, fikir ve mesajlar etkisini
kaybetmiştir. İmaj önem kazanmıştır. İnsanlar karşı karşıya gelen adayların
fikir ve projelerini karşılaştırmaktan ziyade onların, kendinden emin ya da
ikircikli; dürüst ya da ikiyüzlü görüntüleri ile ilgilenmeye başlamışlardır.
1960 yılında iki başkan adayı John F. Kennedy ve Richard M.
Nixon televizyon ekranında canlı yayında karşı karşıya gelirler. 26 Eylül
tarihinde yapılan ilk canlı yayına Nixon, hastalıktan dolayı 8 kilo vermiş
halde, yorgun ve özensiz giyinmiş olarak ve danışmanlarının çalışmalarını da
pek dikkate almadan gelir. Oysa Kennedy ve danışmanları ayrıntılı çalışmış,
dinlenmiş, kıyafetlerine ve ortamın ışıklandırılmasına dikkat etmiş olarak
yayına çıkarlar. Bu programın sonucunda Nixon büyük bir yenilgi alır. Radyo
yayınını izleyenler Nixon’u başarılı bulmalarına rağmen televizyon izleyicileri
için kesinlikle Kennedy başarılıdır. Bunda Kennedy’in konuşurken halka hitap
etmesine karşı Nixon’un sadece Kennedy’e cevap veriyor gibi bir duruş
sergilemesi de etkili olmuştur. Nixon, daha sonrasında davranışlarının doğurduğu
olumsuz sonucun farkına vararak “bir görüntünün bin sözcükten önemli olduğunu
unutmuşum” itirafında bulunur. Başlangıçta Nixon çok daha güçlü iken Kennedy
televizyon ile akıntının yönünü çevirmiştir.
“Daisy – Papatya” adlı reklam filmi ile siyasi reklamcılık
önemli atak yapmıştır. 1964 seçimlerinden bir yıl önce yani 1963 yılında
Kennedy TV kameraları canlı yayında iken tüm halkın gözü önünde bir suikasta
kurban gitmiştir. Bu olay üzerine demokratlar “Daisy” ile seçimlere girerek -atom
bombasının NATO’nun eline verilerek konvansiyonel silahlar gibi kullanılmasını
savunan Cumhuriyetçilere karşı- büyük bir başarı almışlardır.
1968 seçimleri sonucunda Nixon, Humphrey’e karşı galip olur.
Nixon’un “Adamımız, Nixon’dır” ve “Bu Kez Bütün Hayatınız Buna Bağlı Gibi Oy
Verin” sloganlarını içeren afişleri bu başarıda etkili olmuştur. Seçimi
kazanmış olsa da muhaliflerin Nixon aleyhine hazırladıkları ve üzerinde “Siz Bu
Adamdan Kullanılmış Araba Alır Mısınız” yazılı afiş Nixon’a siyasi hayatı
boyunca zarar verecektir.
Genel olarak ABD seçimlerinde 1950 yılından itibaren
üretilen siyasi reklamları incelediğimizde gittikçe daha da profesyonelleşen
bir altyapının ve bununla beraber ortaya çıkan profesyonel bir çalışma
gurubunun oluştuğunu görüyoruz. Önceleri siyasi liderlerin özellikle
televizyondan kitlelere ulaşma ile ilgili atılımlarında bir çekimserlik olsa da
kısa sürede televizyonun ve siyasi reklamların seçim sonuçları üzerindeki
etkisi bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, siyasal iletişimde kullanılan
dilin ülkenin ihtiyacına göre nasıl değiştiğini de reklamları inceleyerek
görebiliriz. 1950’lerin neşeli müzikleri ile ortaya çıkan siyasi reklamlar
Vietnam savaşı gibi savaş dönemlerinde halkın güvenlik ve korunma ihtiyacını
göz önüne alacak şekilde hazırlanmıştır. Dahası, televizyonun halk üzerinde
oluşturduğu çarpıcı etki, siyasilerin kurgu ile gerçek arasındaki sınırı
esnetmelerine engel olmamıştır. İki başkan adayının karşı karşıya geldiği canlı
yayınlar bir gösteri programı haline dönüşmüş, içerikten ziyade imaj önemli
hale gelmiştir.
Tarihler 2008 yılına geldiğinde siyasal reklamcılıkta bir
ilk daha yaşanır. Obama Web’in çok küçük bütçelerle siyasal marka oluşturma ve
seçmenle bağlantı kurma gücünü keşfeder. Obama yeni medya teknolojilerini
kullanarak özellikle 18-29 yaş grubuna hitap eder. Obama’nın kampanyasını
etkileyen etmenlerden biride Facebook ortak kurucusu Chris Hughes’tir. Hughes,
Obama için sosyal medya stratejileri geliştirir. Obama’nın resmi internet
sitesini Facebook gibi interaktif bir sosyal ağa dönüştürür ve kullanıcıların
kendi bloglarını oluşturmalarına izin verir. Bu sayede Obama siyasete ilgi
duymayan ve ilk kes oy kullanacak olan genç seçmenin ilgisini çeker. Obama’nın
seçim kampanyasındaki başarısından dolayı Hughes “2008 yılının en başarılı
pazarlamacısı” seçilir ve “Obama’yı başkan yapan çocuk olarak anılır.
2012 seçimlerine yeniden aday olan Obama, çözülememiş
sorunlar nedeniyle seçim sürecine zor koşullar altında başlamıştır. ABD
ekonomide büyük sorun yaşamaktadır. Demokratların adayı olan Obama devam eden
ekonomik krizin sebebini cumhuriyetçiler olarak gösterir. Çünkü onlara göre
cumhuriyetçiler ekonomide iyileşme sağlayacak önemli politik kararları bloke
etmiştir. Bunun karşında Cumhuriyetçi Romney de seçim kampanyalarında aşırı
negatif bir dil kullanır. Araştırmalara göre 2012 başkanlık seçimlerindeki
mesajlar, bütün seçim tarihindeki kampanyalara kıyasla %75 daha negatiftir.
Siyasal İletişimin kitabı ABD deki siyasal iletişim
uygulamalarına geniş olarak yer verdikten sonra İngiltere ve ardından Fransa’yı
inceler. İngiltere ve Fransa ABD deki başkanlık sistemine karşın klasik
parlamento geleneğini devam ettirmektedir. Bu sistem farklılığı siyasal kültür
farklılığını ve doğal olarak da siyasal iletişim yöntemlerinde farklılığı
gerektirmektedir.
İngiltere’nin iz bırakmış seçim kampanyalarının ilk örneği
1910 yılında İşçi Partisinin “Labours Clears The Way – İşçiler Yolu Açıyor!”
kampanyasıdır. Bu kampanya aynı yıl yapılan iki seçimde oy hakkını kazanmış
emekçi kitlelerin partiye yönelmesini sağlamıştır. Parti bu seçim sonucunda
rekor sayıda koltuk kazanmıştır. İşçi partisi bu seçimde sergilediği radikal
tutum gibi bundan sonraki kampanyalarda da radikal bir tavır takınmıştır. 1923
seçimlerinde “Greet The Dawn – Şafağı Selamla; 1229’daki “To-morrow – When Labour Rules – Yarın İşçi
Hükümran Olduğu Zaman!” ve özelikle 1929 yılınsa ülkeyi saran büyük grev ve
ekonomik bunalım döneminde “Labour Stands For All Who Work – Labour, Bütün
Çalışanların Yanındadır! Kampanyaları İşçi Partisinin kampanyalarına örnektir. Labour’un
kanpanyalarındaki bu radikal tutum 2. Dünya savaşının başlamasıyla
yumuşamıştır.
1950 yılında Muhafazakâr Parti “Your Future Is In Your Hands
/ A Vote For The Liberals Is A Vote Wasted / Make Britain Great Again – Gelecek
Ellerinizde / Liberallere Oy Vermek Oyunuzu İsraf Etmektir / Britanya’yı
Yeniden Büyük Yapalım!” kampanyalarıyla iktidara gelmiştir.
İngiltere, 1951 seçimlerinde partilere televizyonda 15’er
dakikalık konuşma yapma hakkı verilmiştir. Aynı zamanda televizyon haberlerinde
siyasetçilere de geniş yer verilmesi siyasete ilgiyi arttırmıştır.
İngiltere’deki ilk siyasal reklamcılık örneği 1959 yılında
Mac Millan’ın Muhafazakâr Partisinin kampanyasıdır. “Life’s Better With The
Conservatives – Don’t Let Labour Ruin” (Hayat Muhafazakârlarla daha iyi –
Labour’un Yıkmasına izin vermeyin” kampanyaları ile ortaya çıkan seçim stratejisi
dönemin maddi koşullarının başarılı bir analizinin sonucu olarak büyük bir
başarı göstermiştir. İlk kez bir reklam ajansı ile çalışan muhafazakâr partinin
bu başarısında, bazı araştırmacılar, televizyonun belirleyici etkisi olmadığını
düşünse de, televizyon ilk kez bu ölçüde siyasal yaşamda yer almıştır.
Muhafazakâr partinin siyasal reklamcılığa olumlu bakışına karşın İşçi Partisi
1964 seçimlerine kadar “Amerikan tarzı” gördüğü “paralı reklam”a karşı olup
klasik propaganda yöntemleri ile yetinmiştir. 1964 seçimlerine bir reklam
ajansı ile çalışarak hazırlanan İşçi partisi “Labour İle İlerleyelim, İşler
daha İyi Gitsin!” kampanyası ile seçimi kazanmıştır.
1970 seçimlerinde Labour Party’nin hazırladığı “Yesterday’s
Men” kampanyası seçimlerin öne alınması, zamanlamanın ve halkın değerlerini göz
ardı etmesi sebebiyle seçimleri kaybettirdi ve siyasal iletişim tarihinde büyük
bir hezimet olarak anılır oldu.
1978 yılında Muhafazakâr parti reklam dünyasının önemli
ekibinden Saatchi&Saatchi ile çalışmaya başladı. 1978 seçimlerine parti
Labour Isn’t Working – İşçi Çalışmıyor diyerek saldırgan bir tutumla kampanyaya
katıldı. Bu kampanya Muhafazakâr Partinin kazanmasında ne kadar etkili olduğu
tartırtışılmıştır çünkü kampanyanın başlaması ile birlikte Labour’un oyları da
yükselmeye başladı. 1983 seçimlerinde aynı ekip yine saldırgan bir tutumla
“Like Your Manifesto Comrade! – Manifestonuz Gibi Yoldaş!” demiştir. 1987
seçimlerine de negatif siyasal iletişim yaklaşımı ile giren Muhafazakâr Parti
Saatchi’nin “Labour’s Policy On Arms – Labour’un Silah Siyaseti” kampanyasını
kullanır. Muhafazakâr parti 1992 yılı seçim kampanyasında ırkçı-sağcı
yaklaşımını bırakarak ekonomi temasını işlemiştir. Yine Saatchi ile hazırladığı
“Labour’s Tax Bombshell – Labour’ın Vergi Bombardımanı” İngiltere siyasal
reklamcılığının önemli bir ürünüdür. Muhafazakâr parti kampanyasında Labour
iktidara gelirse her yıl 1000 pound daha fazla vergi ödeyeceklerini vurgular.
Aslında aynı vergi hatta daha fazlası muhafazakâr parti iktidarı için de geçerli
olsa da seçimleri bu kampanyanın da etkisiyle Muhafazakârlar kazanır.
Muhafazakâr Partinin ve Saatchi’nin kampanya başarıları 1997
yılında ortaya koydukları “Demon Eyes” kampanyası ile son bulur. Aşırı
saldırgan olan bu kampanya negatif reklamın sınırlarının olması gerektiğine
dair önemli bir ders verir. Etik olarakta tartışılan bu siyasal reklam örneği
sonucunda Muhafazakârlara büyük bir başarısızlık yaşatır. Muhafazakârların bu
negatif tutuma karşı Labour’un “Income Tax Rate Will Not Be Rise – Vergiler
Yükselmeyecek” diyerek sahneye çıkması seçmen üzerinde olumlu etki
oluşturmuştur.
2000 yılında işçi partisi TBWA GGT ajansıyla çalışmaya
başlar. Muhalefetteyken geçmişe saldırmanın, iktidardayken ise geçmişin
savunulması gerektiğini savunan ajans bu yönde bir kampanya hazırlar. 2001
seçimlerinde “If you voted for change in 1997, Thank you” kampanyasıyla “30
yılın en düşük enflasyonu”, “yaratılan 1 milyon yeni iş” gibi başarıların
kahramanı olarak 1997 seçimlerinde Labour’a oy veren seçmenler gösterilir. Bu
kampanya ticari reklamlarda da kullanılan “ürünü değil müşteriyi öv”
stratejisinin önemli bir uygulaması olarak tarihe geçer. İşçi partisi aynı
zamanda sinema afişi görselliğinde hazırladığı “Economic Disaster II” ve “The
Repossessed” başlıklı posterleri ile korku faktörü oluşturarak muhafazakârları
“zombiler” olarak sunmuştur.
2000’li yıllarda hala Saatchi ile çalışmayı sürdüren muhafazakâr
parti 1979 yılında “Labour Isn’t Working” kampanyasının devamı niteliğinde olan
“Britain Is Still Waiting / Britanya Hala Bekliyor” kampanyasını ortaya koyar.
Bu posterde işsizlik maaşı kuyruğunda “hala” bekleyen dahası bu kuyruğa her gün
katılan yeni işsizler vurgulanmaktadır. 2005 seçimlerine “Are You Thinking What
We’re Thinking? – Siz de Bizim Düşündüğümüzü Mü Düşünüyorsunuz?” posteri
ırkçılık tartışmalarına yol açacak ve seçimleri muhafazakarlara
kaybettirecektir. Bu kampanyadan sonra Saatchi Muhafazakâr Parti ile çalışmayı
bırakacak ve kendisi bile kampanyanın arkasında durmayacaktır.
Fransa’da siyasal iletişimde yeni bir çağın başlaması tıpkı
ABD’de olduğu gibi televizyonun yaygınlaşmasıyla olmuştur. Fransa’da
televizyonun yaygınlaşması ve gelişmesi 2. Dünya savaşının sonunda
gerçekleşmiştir. 1953 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in taç giyme töreni
televizyonda naklen yayınlanmış, bu da bir anda televizyonun ülke çapında
yaygınlaşmasını sağlamıştır. 1956 yılındaki seçimlerde seçim haberleri
televizyonda verilmeye başlar. Fakat televizyon hala lüks bir alettir. Bu durum
1960’ların ortasına kadar devam eder.
Fransa, siyasal reklamcılıkta modern reklamcılık
tekniklerini 1950’lerde kullanmaya başlar. Fakat o yıllarda modern reklamcılık
teknikleri sadece belli bölgelerde kullanılmaktadır. Geleneksel yöntemlerin
kullanıldığı bölgelerle karşılaştırılan sonuçlar modern reklamcılığın
etkilerini görmek amacıyla değerlendirilmiştir.
1960’lı yıllara gelindiğinde De Gaulle televizyonla gelen
eşsiz olanağı başarılı bir şekilde kullanarak kendini ve iletişim gücünü ortaya
koymuştur. Kendi ifadesiyle durumu şu şekilde açıklamıştır: “Mikrofonla ekranın
birleşmesinin çılgın bir gelişmeye yol açtığını anlamıştım. Bu eşsiz bir
olanaktı. Yeter ki ekranda başarılı olayım. Benim için bu ilk ve tek risk
değildi, ama büyük bir riskti.”
1974 yılında Fransa’da adaylar ilk kez televizyonda karşı
karşıya gelerek bir tartışma programı gerçekleştirmişlerdir. Bu programa büyük
ilgi gösterilmiş ve program sonunda izleyenlerin yüzde onunun adaylar hakkında
fikrinin değiştiği tespit edilmiştir.
1970’li yıllara geldiğimizde Fransa’da yeni bir reklamcılık
stratejisi ile karşılaşırız. Jacques Seguela ticari reklamcılıkta Amerikan
tekniklerini bir kenara bırakarak “star reklamcılığı” diye adlandırdığı kendine
özgü bir strateji takip eder. Markayı star yapma yönündeki star stratejilerini
ticari reklamlarda olduğu kadar siyasal reklamcılıkta da kendisine başarı
kazandırmıştır. Özellikle 1977 seçimlerinde sosyalist Mitterand’in reklamcısı
olarak ünlü “Yol Alan Bir Düşünce: Sosyalizm” başlıklı afişini hazırlar. Seguela
1981 yılı seçimlerinde ise Mitterand için “La Force Tranquille – Sakin Güç” sloganlı
kampanya ile büyük başarı elde etmiştir. Seguela’yı reklam dahisi olarak
anmamızı sağlayacak siyasal kampanya ise 1988 seçimlerinde Mitterand için
bulduğu “Birleşik Fransa”dır. Aynı zamanda ürettiği “Fransa tarihini” yüzlerce
resimle anlattığı kampanya filmi de büyük etki oluşturmuştur.
2000’li yıllara geldiğimizde Fransa ve giderek tüm Avrupa da
medya imparatorluklarının siyasal liderleri ya da partileri desteklemeyi
bırakarak bizzat kendilerinin siyasal yaşama dâhil olduklarını görüyoruz. Tabir
yerindeyse ülkeyi medya ile yöneten reklamcılar ortaya çıkmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder