“İnsanların toplum
gerçeklerine tepki olarak nasıl davrandıklarını bilmiyoruz. Bizim tek bilebileceğimiz insanlara sunulan
yetersiz, eksik resme karşı tepki olarak gösterdikleri davranışlardır.”
Kamuoyu
(Public Opinion) kitabının yazarı Walter
Lippmann döneminin önemli bir gazetecisidir. 1922 yılında yayımlanan bu eser ile
kamuoyu hakkındaki görüşlerini ortaya koymuştur.
Birinci
Dünya Savaşı sonrasında Başkan Wilson’un yaptığı barış anlatması Amerika
toplumu tarafından büyük tepki görmüş ve bu nedenle antlaşma kongre tarafından
engellenmiştir. Bu olay Amerikalı bilim adamlarının dikkatlerini kamuoyu
üzerine çevirmelerine zemin hazırlamıştır. Böylece kamuoyu fikri entelektüel
ilgi alanından çıkarak insan faaliyetlerinin çerçevesi, düşünceleri ve
tepkileri dikkate alınarak deneysel araştırmalara konu olmaya başlamıştır.
Lippmann’ın
kamuoyunu açıklamaya yönelik ortaya koyduğu kavramlarda ve öne sürdüğü
fikirlerde psikoloji ve bireyi merkeze alan sosyal psikoloji alanlarından
etkilenmiştir. Etkilendiği en önemli ismin ise sosyal psikolojiyi bireyci bir
yaklaşımla değerlendiren psikolog ve sosyal psikolog olan Gordon Allport’tur. Allport’a
göre kitle, tek tek bireylerin toplamından başka bir şey değildir ve bu
nedenle kitle davranışını açıklamak için birey psikolojisinden yola çıkmak
gerekir.
Lippaman’ın
düşüncelerini daha iyi anlamak için etkilendiği Gordon Allport ve Floyd
Allport’un kitle davranışları hakkındaki görüşlerini bilmemiz gerekmektedir.
Floyd Allport’a göre kitle davranışı, belirli tarzda davranmaya yatkın bir
özellik gösteren benzer bireylerin bir araya gelmesinin sonucunda meydana
gelir. Birbirine benzer bireylerin homojen kitle davranışı göstermesini ise
“sosyal hızlandırma” kavramı ile açıklar. Gordon Allport ve Floyd Allport’a
göre kamuoyu bir kişi davranışıdır, kamuoyu ifadeye dayanır ve davranış birçok
birey tarafından ortaya konur. Her ikisi de, insan doğasını, doğuştan gelen
refleksler ve çevrenin talepleri arasındaki etkileşimin şeffaf ve kontrol
edilebilir bir sonucu olarak görür. Gordon Allport kendine has kişilik
modelinin ayrıcı özelliğini oluşturmuştur. Bunun her bireyin gerçeklerinin
ayırt edici özelliği olduğunu ve bunun “kişilik” kavramına netlik getirdiğini
belirtmiştir.
Lippmann
Kamuoyu adlı eserinde bazı kavramların üstünde durarak fikirlerini
açıklamıştır. Bunlar; sansür, mahremiyet, ilişki, dikkat, şeffaflık,
kalıplaşmış yargılar, savunma, değerler, kişisel merak, aktarım, baskı,
ayrıcalık, himaye gibi kavramlardır.
Lippmann
eserinde dışımızdaki dünyaya karşın kafamızdaki resmi ortaya koymaya
çalışmıştır. Ona göre; bireyler yaşadıkları çevreyi dolaylı olarak görür.
Haberin onlara ne kadar hızlı ya da yavaş ulaştığı ile ilgili fikir sahibi olabilmeleri
bilgilerin gerçek olduğuna inanma eğilimlerini değiştirmez. Kişilerin dünyadaki
devletler hakkındaki düşünceleri onlara ulaşan bilgiler doğrultusunda
şekillenmektedir. Aynı şekilde tanınmış kişiler hakkında bildikleri de
kurgulanmış bir gerçekten başkası değildir. Bu düşünceye göre gerçek anlaşılan
şeyin merkezindedir, sosyal gerçeklik anlaşılanın dışına çıkamaz. Gözlemcinin rolü daima seçicilik ve bu
seçtikleriyle yarattıklarıdır. İnsan inşa edilen bir dünyanın imajına sahiptir.
İnsan, sosyal dünya hakkındaki gerçekleri işlemek için sınırlı bir kapasiteye
sahiptir. Bu nedenle ona verilenleri işlemeden, süzgeçten geçirmeden, hızlı ve
doğal bir süreç içerisinde almaktadır. Bunu Allport “önyargının normalliği” olarak açıklarken
Lippmann kitabında da kullandığı ifadeyle buna “kafamızdaki resimler”
demektedir. Kişilerin, belirli birey ya da grup hakkında sahip oldukları
zihinsel imajları, algıları, inançları ve beklentileri kişinin onlara yönelik
bakış açısını yönlendirir. Bilişsel süreçte yer alan bu kalıp yargılar
bireylerin seçimlerini, enformasyon grupları yorumlama biçimlerini etkiler.
Dahası kişiler algıda seçiciliğe sahiptir. Bu nedenle umduğunu görmek isterler.
Eğer verilen bilgi, kişinin beklentileri ile uyuşmuyorsa kişi reddetmeyi
seçebilir. Buna örnek gösterebileceğimiz bir çalışmada, ötekileştirilen
insanların tam olarak benzer bir aksiyonunda performans gösteren siyah ve beyaz
aktörlere insanların ne tür tepkiler gösterdiğini test etmiştir. Gözlemciler,
"saldırgan" bir siyahı "daha az saldırgan" beyazdan daha büyük
bir derecede “saldırgan” olarak cezalandırmışlardır.
Lippman
eserinde önyargılı düşüncenin oluşumunda ve pekiştirilmesinde kitle medyasının
önemi üzerinde durmuştur. Dışarıdan gelen sözlü ya da yazılı uyarıcılar
bireylerin kalıp yargılarını harekete geçirebilmektedir. Bu peşin hükümü
pekiştirir. Kırmızıya mavi gözlüklerle bakılıp yeşil görülse dahi ikisi
harmanlanmıştır. Eğer bakılmakta olunan şey, öngörülmüş olan şey ile başarılı
bir biçimde örtüşüyorsa, kalıpyargı sonrası için desteklenmiş demektir.
Kişiler
arası iletişim, kitle iletişimi ve kitle medyası kalıp yargıların pekişmesinde
etkilidir. Eğer yaşanan deneyimlerde düşünceyi onaylar nitelikte olursa, o
konuda sahip olunan önyargı daha da kuvvetli hale gelir. Lippmann buna örnek
olarak Japonların açıkgözlü olduğunu düşünen bir insanı gösterir. Bu insanın
tanıdığı iki Japon’un bu durumu onaylar tavır göstermesi Japonlar için
genelleme yapması ve kalıp yargılarını pekiştirmesine yeterli olacaktır. Tıpkı
bunun gibi, Japonların açıkgözlü olduğunu benimseyen bir ailede yetişmiş bir
kişi, gazetede bir yazarın Japonların açıkgözlü olduğuna yönelik yaşadığı
deneyimi aktardığı yazısını veya yazarın o düşünceyi ispatlar nitelikte yazdığı
yazıyı okuyarak ya da Japonları açıkgözlü olarak yansıtan pek çok film
sahnesini izleyerek sanki tüm Japonları tanımışçasına zihnindeki kalıp yargıyı
pekiştirebilir. Bu noktada kitle medyası, kalıp yargıların pekişmesinde önemli
bir faktördür.
Kalıp
yargılar, kültürel geleneklere, grup çıkarlarına, iç grubun dışarıdakilerden
farklılaşmasına bağlıdır. Çocuklar bile televizyonun etkisiyle belirli
guruplara karşı kalıp yargıları oluşturulan imaj çerçevesinde benimsemektedir. Bu
yüzden kalıp yargı, esas itibarıyla yanlış ve şaşırtıcı olmayacak bir şekilde
kendisiyle çelişen öğeleri içerir. Bu aynı zamanda, Lippmann’ın “sahte çevre”
adlandırmasını ve kamuoyunun sahte olduğu vurgusunu açıklar niteliktedir.
Lippmann
kitle iletişim araçları içerisinde gazeteyi daha önemli görmektedir. Lippmann, gazeteleri demokrasinin
İncil’i olarak görmenin mümkün olduğunu ve gazetenin herkesin okuduğu tek kitap
olduğunu söylemektedir. Dergiler, kamu forumu, kilise, politik toplantılar,
işçi sendikaları toplantıları, kadın kulüpleri ve sinema filmi evlerinde haber
serileri(dizileri) basını tamamlayan araçlardır.
Medyanın
bilgi ve resimleri seçimi, bunların içeriğini tasarlaması ve yansıtma biçimleri
kamuoyu kadar yasa yapıcıları da etkileyebilen bir öneme sahiptir. Bu denkleme
diğer taraftan baktığımızda kalıp yargılarının, birey ya da grup kurgularına
hizmet eden önemli araçlar olduğunu görürüz. Bunlar, bilişsel yapılanmaya ve bu
sayede de dünyayı anlamlandırmaya izin verir. Kişinin bilgisi yetmese bile
kalıp yargılar sayesinde diğer insanlar ve gruplar ile ilişkide bulunabilir ve
kendini ifade eder.
Lippmann,
kalıp yargının kişinin kendi değerinin, kendi anlamının(veya düşüncesinin)
dünyası üzerine yansıması olduğunu ifade eder. Eğer kişilere ya da gruplara
duygusal tepki verilirse kalıp yargılar davranışa kılavuzluk eder, o, bireylere
ve gruplara rehberlik eder. Her şeyi basmakalıp tipler ve genellemelerden
ziyade özgün ve ayrıntılı şekilde görme teşebbüsü yorucudur ve yoğun işler
arasında neredeyse imkânsızdır.
Modern
hayat, insanlar arasındaki bütün fiziksel mesafe, işçi işveren, devlet seçmen
gibi sıklıkla aralarında yaşamsal bir bağ olan insanları ayırmaktadır. İnsanlar
arasında konumsal farklılıklarda bu noktada mesafeler vardır ve bundan da öte
modern hayat bir koşuşturma içerisinde geçmektedir. Kişilerin birbirini detaylı
bir şekilde tanıması için ne yeterli zaman ne de elverişli durum vardır. Onun
yerine kişi çok iyi bilinen bir tipin ayırıcı özelliğine dikkat eder ve
zihninde ona yönelik taşıdığı kalıpyargı vasıtasıyla resmin geri kalanını
doldurur. Örneğin birinin zihninde bir kişi hakkındaki yargı şöyle olabilir:
“O, ortalık karıştırıcıdır”. Bu, onun anladığı kadarıyla veya ona anlatılan
kadarıyla böyledir. Bu durumda kişinin bu kişiye yönelik zihnindeki
kalıpyargısı “öyleyse insanın bu çeşidi ortalık karıştırıcıdır” olur. Birey
çevresindeki kişiler hakkında çeşitli bilgilere sahiptir, buna göre kafasında
bir kategorizasyon oluşturur.
İnsan
dünyayı görmeden dünya hakkında çevresinde edindiği bilgilerden dünyayı tanır.
Kişi birçok şeyi yaşayarak tecrübe etmeden önce onları zihninde canlandırır ve
bu önyargılar, eğitim kişiye kesin bir farkındalık sağlamadıkça, algılamanın
bütün sürecine hükmeder. Bu önyargılar bazı nesneleri iyi bilinenler ve oldukça
garip olanlar diye, aralarındaki farkı vurgulayarak, ayırır. Bunlar, gerçek bir
göstergeden belli belirsiz bir analojiye kadar değişen küçük belirtilerle
ortaya çıkar. Eski görüntülerle(veya imgelerle) kişinin yeni görüşüne akın eder
ve hafızasında yeniden canlanmış bir dünyada kendini yansıtır. Eğer etrafta
yararlı benzer şeyler olmasaydı tasarruf olmayacaktı ve bu, görebilmek için
öngörüye razı olan insan alışkanlığındaki tek kusur olacaktı fakat etrafta
yeterli bir doğrulukta benzerlikler bulunmaktadır ve artan algının gereksinimi
o kadar kaçınılmazdır ki tamamen masum bir yaklaşımı uygulamak için bütün o şablonlardan
vazgeçmek insan hayatını yoksullaştıracaktır. Diğer bir deyişle yeterince doğru
sabitler vardır ve dikkati ekonomik kullanma gerekliliği, insan hayatını
verimsiz hale getirecek bütün kalıpların tamamen masum bir yaklaşımın denenmesi
uğruna terki ölçüsünde kaçınılmaz olacaktır.
Lippman,
iç grup üyelerinin sahip olduğu bireysel farklılıklara dikkat çekmiştir. Kalıp
yargılarının homojen terimleri grup üyeleri arasındaki bireysel farklılıklar
gerçeğine göz yummaktadır. Bunu sonucunda ise fayda için ideal uğruna harcanan
“acı reçeteler” (“necessary evils”) ortaya çıkabilmektedir.
Bu
noktada politik görüşün şekillenmesinde ve pekişmesinde ve bunun sonucunda
politik davranışın ortaya çıkmasında kalıpyargılar oldukça etkilidir.
Lippmann’ın ifadesiyle bir dış dünya bir de bu dış dünyaya yönelik çizilen bir
resim vardır. Zihinde oluşan kategoriler, kalıpyagılar ve önyargılar bu
oluşturulan çevrenin ürünüdür. Lippmann’ın da belirttiği gibi kişi ilk önce
tanımlar ondan sonra görür. Yani baktığı çerçeveden, kendisine çizilmiş olan
çerçeveden görür. “Propaganda mesajlarının alınması kamunun ruh haletiyle
yakından ilişkilidir. Bu ruh haleti ise alıcıların baskın kişisel niteliklerine
dayanır. Bu nedenle; bilgili, tecrübeli, iyi eğitim almış kitlelere farklı
propagandalar yapılmalıdır. Bu noktada kişilik ayırıcı özellikleri önem
taşımaktadır. Belli ayırıcı özelliklere sahip kişiler belli grupları oluşturur.
Kalıp yargıları, imajlar, kategorileştirmeler veya belirlenmiş bir açıdan
yapılan genelleştirmeler veya vurgulanan, abartılan ayrıcı özellikler veya
karakteristikler veya intizamın bir derecesiyle bireylere veya gruplara
atfedilen davranış kalıpları olarak görmek faydalıdır. Bir gruptaki bireylerin
normal olarak gruba atfedilen belirli özelliklere haiz olduğu kabul edilir.
Ayırıcı özellikler, psikolojik ve biyolojik fenomenlere veya ulusal, etnik veya
dinsel gruplara işaret eder.
Propaganda,
kalıpyargıları ve önyargıları pekiştirici bir nitelik taşımaktadır.
Unutulmamalıdır ki sıfırdan başlayarak bir topluma herhangi bir düşünceyi ya da
herhangi bir ürünü istenildiği anda kabul ettirme olanağı yoktur. Ancak
toplumun daha önce benimsemiş olduğu şeylerden hareketle propaganda yeni bir
düşünce yerleştirebilir ve etkin olabilir. “Lippman ’ın da belirttiği gibi
önder politikacı ilkin halkın başta gelen duygusuna sığınır… Söz ve duygusal
çağrışımlar yoluyla sunulan programı halkta kendini göstermiş olan ilkel tutuma
bağlamayı hedefler. Örneğin, bir dini ya da ideolojiyi benimsemiş olanlara
‘sizin inancınız yanlıştır’ diyerek propaganda yapmak, davayı daha peşinen
kaybetmek anlamına gelir. O halde kişilerin ve grupların ayırıcı özellikleri
göz önünde bulundurularak o kişi ve gruplara yönelik propoganda yapılması gerekmektedir.
Lippmann,
kamunun kesin kannatlere bağlı olmadığını belirtir. Bu nedenle kamu kararlı
değildir ve kolay yönlendirilebilinir. Kalıp yargılar kişilerin kanaatlerini
belirlemektedir. Önyargı ile oluşan fikirler kamuoyunun sahte olduğu fikrinin
güçlendirir. Lipmann bu durumu “hayalet kamu” terimi ile açıklar. Bu noktada
insan, yapay bir çevrenin ürünüdür. Yapay bir çevrenin ürünü olan insanın
kanaatleri de yapay olacaktır. Bu durum, kamuoyunun hiçbir zaman gerçek bir
niteliğe sahip olmamasına yol açacaktır.
Sonuç
olarak; insan belli sosyo-kültürel bir yapının içerisinde doğmakta ve
büyümektedir. Kişi bu yapı içerisinde belirlenen kurallar ve benimsetilen
değerler doğrultusunda yoğrulmaktadır. Bu noktada dünyaya da belirlenen bir
çerçeveden bakmaktadır. Bu çerçevenin içini dolduran ve biçimlenmesini sağlayan
unsurlar ise kategoriler, kalıpyargılar ve önyargılardır. Birey bir kişi, grup
ya da durum hakkında yargıya varırken bütün halindeki bu çerçeve içerisinden
bakar. Bu çerçevenin gerçekten kendisine ait olup olmadığını veya bu çerçeveyi
oluşturan unsurların doğruluğunu sorgulama gereği duymaz. Lippmann’ın
ifadesiyle “düşünce tasarrufu” kişinin çevresinden gelen bilgileri hemen alma
eğiliminin bir sonucudur. O nedenle de
kişi, diğer kişi ve grupları detaylı değerlendirmek yerine hemen onların göze
çarpan ayırıcı özelliklerine bakar, bu noktada çevreden edindiği bilgiler yol
gösterici olur. Böylece zihnindeki resmi doldurur ve o resim önyargılı
düşünceyi oluşturur. Kişi, kendisini uyandıracak ve çevresinden edindiği
bilgileri ve dünyaya baktığı çerçeveyi sorgulamasını, objektif bir süzgeçten
geçirmesini sağlayacak bir eğitime veya bilgililik düzeyine sahip olmadıkça, bu
süreç hayatının ayrılmaz bir parçası olacaktır. Bunun sonucunda kategoriler
yoluyla düşünme ve kalıpyargılama süreci devam edecek ve böylece düzenli yaşam
sürdürülecektir. O halde kişilerin kanaatleri kişilerin gerçek kanaatleri
değildir. Kanaatler, Lippmann’ın deyişiyle “sahte bir çevre”de oluşmaktadır.
Kitle iletişim araçları da bu sahte çevrenin önemli bir unsurudur. Lippmann’ın
“kafamızdaki resimler” ifadesi bunu açıklamaktadır. O halde kamuoyunun
gerçekliği yoktur. Lippmann’ın ortaya koyduğu kavramlar ve fikirler toplumun
birey üzerindeki etkisinin önemini ve bu noktada kamuoyunun gerçek bir nitelik
taşımadığını ortaya koymuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder